Kendine Yeterli Toplum: Yerellik ve Doğayla Uyumlu Ekolojik Yaşam

Archive for Eylül, 2014

ekoloji, kadın ve toplumsal cinsiyet

 

Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV),

SÖYLEŞİ ~Hicran Ürün

Geçtiğimiz günlerde ‘Ekoloji mücadelesi kadınlara yeni yükler mi getiriyor?’ başlıklı bir söyleşi düzenledi. ‘ekofeminizm’ ve cinsiyet rollerinin konuşulduğu söyleşinin konuğu ise Emet Değirmenci’ydi. Feminizm, birçoğumuzun bir şekilde duyduğu ve üzerine tartışmalar yürüttüğü az çok aşina olduğu bir konu. Litaratürümüze yeni giren ekofeminizm ise, 1970’lerin başında cinsiyetlerin ve doğanın üzerindeki tahakküm mekanizmalarının birbirleriyle bağlantısını irdeleyerek, feminizm içinde yeni bir tartışma başlığı açıyor. Söyleşide tanıştığımız Emet Değirmenci, son 18 yıldır çoğunlukla Avustralya, Yeni Zelanda ve Amerika’da yaşayan bir ekoloji aktivisti. Feminizme ve ekolojiye 90’lı yıllardan itibaren ilgi duyan Değirmenci’nin bu kapsamda birçok çalışması bulunuyor. Biz de ekoloji ve kadın arasındaki bağı biraz daha irdelemek ve ekofeminizm hakkında sorularımıza yanıt bulmak için Emet Değirmenci ile konuştuk.

– Eko-feminizmden bahseder misiniz? Nedir eko-feminizm?

Ekofeminizm, kadını ve doğayı merkeze koyan bir kavram. Aslında doğada hiçbir merkez yok ve doğal örüntüler bazında her şey birbirinin çevresinde dönmekte. Kapitalist patriyarkal sistem kadını ve doğayı aynı şekilde tahakküm altına almakta. Doğaya hakim olma anlayışı bir kadının ırzına geçilmesiyle doğada açılan bir maden ocağını yine aynı hakimiyet olarak değerlendirir. Doğada her şeyin simbiyotik bir ilişki içinde karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmayla var olabildiğini bilmek gerekiyor. O halde biz kadın ve ekolojiyi ilk sıraya oturtup endüstriyalist militarist erkek egemen sistemi çözme ve dönüştürme noktasında bir şeyler yapmalıyız. Burada öteki cins olan kadını güçlendirmekten söz ediyoruz. Ama patriyarkaya karşı kadını erk olarak görmekten söz etmiyoruz. Çünkü bir erke karşı bir başka erk yaratmak, cinsler arası eşitlikçi bir toplum geliştirmez.

Cins eşitliği olmadan olmaz

Kadınların kendi arasında örgütlenmesi ve kendilerine ait hem özel hem kamusal alanlar yaratmaları önemli. Kısacası ekofeminizm, feminizmin ilkelerini benimsemekle birlikte ekolojiyi odak noktası alır. Mutfakta, evde dört duvar arasına sıkıştırılan kadının durumuna karşı feminizmin ‘kişisel olan politiktir’ ilkesini göz önünde bulundurur. Eşit işe eşit ücret vb. sendikal hareketlere destek verir. Örneğin, gıdamızın tohumdan masaya getirilmesine kadar geçen süreçte demokratikleştirmesine vurgu yapan Latin Amerikalı çiftçilerin ‘la via campesina’ diye bir örgütlenmesi var. Bu artık dünyanın tüm çiftçilerinin örgütlenmesi haline geldi. Küresel iklim değişiminde halkın kendi çözümlerini yaratması anlamında campesina (çiftçi) hareketi önemlidir. Çiftçi kadınlar ‘cins eşitliği†olmadan gıda demokratikleştirilemez’ diyor. Sonra küresel iklim değişimi zirvelerinde çiftçi kadınların maruz kaldığı tehlikenin boyutlarına dikkat çekiliyor. Acil afet bölgelerinde hem sismolog hem de ekolojik restorasyon uzmanı olarak birçok kez bulundum. Gelen yardımların erkekler tarafından kontrol edildiğine ve dağıtımda yine erkeklerin hakimiyeti olduğuna tanık oluyoruz. Kadınların regl kanamaları için ihtiyaçlarını gidermelerinden tutun da barınaklarda cinsel tacize uğramalarına kadar bir dizi gerçekler söz konusu. Elbette yalnızca Birleşmiş Milletler’in bu konulara feministlerin baskısıyla sembolik olarak el atması yetmiyor. Doğrudan demokrasinin işleyeceği ortamlar yaratarak bu gereksinimlere hazırlıklı olmanın yollarını bulmalıyız.

– Dünyadaki eko-feminist hareketlerden biraz bahsedebilir misin?

Ekofeminist hareket 1970’lerde Hindistan’daki ormansızlaştırmaya karşı kadınların direnişleriyle ortaya çıktı. Kadınlar kendilerini zincirlerle ağaçlara bağladılar. Bir dizi kitapları da olan Hintli Yazar-Ekofeminist-Aktivist-Doktor Vandana Shiva, ‘Ben ikinci doktoramı Hintli köylü kadınlarla yaptım ve gerçek bilgileri onlardan öğrendim’ diye belirtir. Yıllarca süren Chipko Hareketi sırasında kilometre karelerce alan korunmuş oldu. Harekete katılan erkekler ‘biz annelerimizin yıllarca süren kararlı hareketi sonucu burada varız’ demek durumunda kalmışlardır. Bunun yanında 1980’lerde doktor Wangari Maathai’nin öncülüğünde Kenya’da geliştirilen Yeşil Kuşak Hareketi de ekofeminizme kan ve can kattı. Bu aynı zamanda Afrika’nın başka ülkelerine de yayılan bir ormanlaştırma hareketidir. 90’lı yıllarda Vandana Shiva’nın Maria Miesle çıkardığı ‘Ekofeminizm’ kitabında kadınların doğanın kaynaklarını tüketmektense subsistance ekonomisi diye nitelendirdikleri ihtiyaç kadarını doğadan almak ama almadan önce ne koyacağını düşünmek söz konusudur. Küresel iklim değişiminin gittikçe artan yıkıcı etkileri kuraklık, sel baskını, ormansızlaşma vb. olarak devam ederken ekoloji ve feminizm odaklı mücadeleye daha fazla gereksinim duyulacağı açıktır.

– Toplum kadına bu kadar çok rol biçmişken eko-feminizm kadına artı yük olabilir mi?

Hakim cinsiyetçi rol dağılımı gereği bu konuda doğal olarak insanların kafası karışık… Oysa her şey net. Çünkü biz önce feminist ilkeleri benimsiyor, sonra da eşitlikçi bir cins ve sonuçta eşitlikçi bir toplum istiyoruz. Gıda özgürlüğüne de, çevrenin ve ekosistemin iyileştirilmesine de, su hakkına, çocuğunu, ailesini ya da topluluğunu sağlıklı gıdayla beslemeye çalışan kadın olduğu kadar erkek de olmalıdır. Örneğin yavaş gıda (slow food) hareketi içinde kadın mutfağına yeniden sahip çıksın deyişleri var. Biz zaten mutfaktan, dört duvar arasından kamusal alana çıkmak için yıllarca uğraşmadık mı? Kısacası cinsiyetçi olmayan iş olmalıdır. Toplumsal kültürün bu yönde evrilmesi gerekir. Yoksa kadın hem tam zamanlı çalışacak hem de evde 3 kap yemek yapacağım, çocukların bakımını üstleneceğim… Buna katlı sömürü deniyor. Tabi bunun yanında kadının yüklendiği duygusal iş yükü de var ki bu da göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuğun okulda toplumda yaşadıklarını çözme, yatalak annesinin bakımevinde istenmeyen davranışlara maruz kalması, kardeşler arası barış ortamının sağlanması vb… Bu çatışma çözümlenmesi ‘doğası gereği barışçıl’ olduğu için kadına yüklenmiştir. Truva savaşlarını durduranların da kadınlar olduğunu anımsayalım.

Oysa zaten olması gereken işin eşitlikçi bölümünde her şey net ve ortaktır. Eşitlikçi iş bölümünde görünen ya da görünmeyen emeğe saygı gereklidir.

– Kadın ve doğa arasında nasıl bir bağlantı kuruyorsunuz?

Kadın doğurgandır ve üretkendir. Doğa da öyledir. O halde kadın doğadır ya da doğaya daha yakındır şeklinde biyolojik determinist ve özcü bir yaklaşımı doğru bulmuyorum. Evet, kadın antropolojik olarak avcı, derleyici toplumdan itibaren doğaya ilişkin gözlem ve deneyimlerinde erkekten daha fazla deneyime sahiptir. Çocuğunu sağlıklı gıdayla beslemeye erkekten daha fazla ilgi gösterir. Çünkü mutfak onun sorumluluğundadır. Burada toplumsal rollerden söz etmek istiyorum. Kadının toplayıcı rolü yazı öncesi organik toplumlarda eşitlikçi bir düzeyde iken nasıl oldu da bu denge bozuldu? Burada erkek doğası ve kadın doğasından mı söz etmek gerekir yoksa toplumsal iş bölümünü mü irdelemek gerekir? Bana göre her şey toplumsal olarak şekillenir. Kültürel antropojist Margaret Mead, Papua Yenigine ve Pasifik Adaları’nda yaptığı gençliğe adım atma törenleriyle ilgili araştırmalarında bunu göstermeye çalıştı. Örneğin, kız çocuğu olmayan ailelerin en son erkek çocuklarını kız gibi yetiştirdiklerine ve kendilerinin de doğal olarak o rolleri benimsediklerine tanık oluruz. Avustralya’da yaşarken Sydney’de Pasifik Adalı bir komşum altı erkek çocuğundan son ikisini kız gibi yetiştiriyordu. Çocuklar ev ve mutfak işlerinden bahçe işlerine kadar her şeyi benimseyerek yapıyorlardı. Fakat okulda ötekileştiriliyorlardı. Bu durum açıkça her şeyin kültürel olarak şekillendiğini ve hakim kültürün etkisini göstermiyor mu? Kısacası ben kadın Venüs’ten erkek Mars’tan gelmiştir; onun için savaşçıdır görüşüne katılmıyorum. Her şey kültürel olarak şekillenir ve kültürleri evrimleştirmeliyiz görüşündeyim.

Barış olmadan ekoloji korunamaz

– Kürt kadın hareketinin de çok sık tartıştığı ve dile getirdiği konulardan biri, doğa ve kadın. Bu anlamda eko-feminizm ve Kürt kadın hareketi birbirine çok yakın duruyor. Abdullah Öcalan’ın da Murray Bookchin’e atıf yaptığı birçok yazısı var. Siz de söyleşinizde Bookchin’e değindiniz. Bunlarla ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Bugün Türkiye’deki Kürt hareketi, kadını ve ekolojiyi ana eksen alıyor. Bu sevindirici. Hem feodalitenin güçlü olduğu bir bölgede böyle bir duruş gerekliydi, hem de savaşın acılarının katmerli yaşandığı bir bölgede ekosistemin ve insanların kendilerini iyileştirmeye ihtiyacı var. Zaten barış ortamı olmadan ekoloji korunamaz. Dolayısıyla ekofeminizmin de antimilitarist bir duruşu vardır. ‘Eskiden ben ev kadınıydım, şimdi belediye başkanı olmak istiyorum ve savaş politiklarına “dur” diyorum. Mayınlı alanların temizlenmesini istiyorum’ diyen bir dizi kadın olmaya başladı. Savaşın kalıcı etkilerinin ve yıkımlarının ekoköy ve ekoçiftlikler kurulması ve bunu bir yaşam biçimi şekline, daha doğrusu yaşamına geçirmek isteyen kadınların çoğalması o bölgede ekofeminizmin kök bulacağını gösteriyor.  

Kadınlar Ekolojik Dönüşümde

– Perma kültür ile ilgileniyorsunuz ve bildiğimiz kadarıyla Kadınlar Ekolojik Dönüşümde isimli bir kitabınız var. Biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?

Kadınlar Ekolojik Dönüşümde kitabım 2010’da çıktı. Melbourne Üniversitesin’de cins ve gelişme (gender and development) master çalışması yaptıktan sonra dünyada üç yılda bir değişik ülkelerde yapılan ‘Kadın Dünyası Konferansları’nda ekoloji ve feminizm üzerine bildiriler sunmaya başladım. Kitapta özellikle ekoloji aktivisti kadınların hikayelerine doğrudan yer vererek bir mozaik oluşturmaya çalıştık. Sonra benim ön ayak olduğum Yeni Zelanda’da Toplumsal Ekoloji prensipleriyle yeni göçmen ve sığınmacı kadınlarla yaptığım projenin evrimine de yer verdik. Kars’ın Boğalıtepe köyüdeki kadınların şifalı otlar üzerine kurdukları bir projeye yer verdik. Kitapta Türkiyeli kadınların tohum korumadan Bolivyalı yerli ekofeminist aktivist bir arkadaşımın Ant Dağları’nda kadınların şifalı otlar üzerine deneyimlerine kadar 10 ülkeden kadınların öykü ve görüşlerine yer verdik. Şimdi yalnızca kendi emek ve görüşlerime dayanan II. kitabım üzerinde çalışıyorum. Gıda özgürlüğü yoluyla topluluğu güçlendirme ekseninde bir yapıt… Elbette kadın, cinsiyetçi rollere, toplumsal cinsiyet vb. alanlara dokunan bölümler de olacak.

Özgür Gündem 18.06.2014